Personel Website – Studies, Professional Insights, and Critical Reflections

Zulmün Anatomİsİ – 4. Bölüm: Planlı Bİr Tasfİye

Z

Türkiye’nin yakın tarihini anlamak, bugünü doğru okumanın anahtarıdır. Özellikle 1980 öncesi yılların toplumsal hafızası, bugünkü siyasi iklimin köklerini barındırır. Yolsuzlukların, adam kayırmacılığın ve devletin vatandaşa tepeden bakan soğuk yüzünün sıradanlaştığı o dönemler, toplumda derin bir yorgunluk ve adalet arayışı biriktirmişti. Her on yılda bir yaşanan askeri darbeler, yalnızca demokrasiyi değil, aynı zamanda milletin umudunu ve aidiyet duygusunu da hedef alıyordu. Bu travmatik miras, 2000’li yıllara gelindiğinde Türkiye’yi yeni bir başlangıcın eşiğine getirdi.
Toplumun geniş kesimleri, inançlı-seküler, sağcı-solcu demeden, bu yorgunluktan bir çıkış yolu arıyordu. Başörtüsü yasağı gibi sembolik zulümler ve İmam Hatip mezunlarının önünü kesen engeller, toplumsal vicdanı kanatan yaralardı. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), işte bu atmosferde, bir umut hareketi olarak iktidara geldi. Bu süreçte en güçlü sivil desteklerden birini, şüphesiz, Anadolu’nun dört bir yanına yayılmış eğitim ve diyalog faaliyetleriyle tanınan Hizmet Hareketi verdi.
Temsilden Tahakküme: Bir İktidarın Dönüşümü
AKP’nin ilk yılları, Avrupa Birliği reformları, demokratikleşme paketleri ve sivilleşme adımlarıyla geçti. Bu dönemde Hizmet Hareketi, Türkiye’nin demokratikleşme sürecini tüm gücüyle destekledi. Ancak zamanla, özellikle 2011 Anayasa Referandumu sonrasında, iktidarın karakterinde belirgin bir değişim gözlendi. Gücü paylaşmaya dayalı temsilî yönetişim anlayışı, yerini gücü tek merkezde toplamayı hedefleyen merkeziyetçi bir tahakküme bıraktı.
Bu dönüşüm, devlet mekanizmasında liyakatin yerini sadakatin almasıyla somutlaştı. Bağımsız hareket etme potansiyeli taşıyan her kurum ve birey, potansiyel bir tehdit olarak görülmeye başlandı. Hizmet Hareketi’nin yetiştirdiği nitelikli insanların bürokraside, yargıda ve emniyetteki varlığı, bu yeni güç anlayışıyla çatışıyordu. Hukuksuzluklara karşı çıkan veya sisteme kayıtsız şartsız biat etmeyen herkes, kolayca “Hizmet mensubu” olarak etiketlenerek hedef haline getirildi.
Bu süreçte sivil alanın siyasallaştırılması da dikkat çekiciydi. Örneğin, Hizmet gönüllülerinin öncülük ettiği “Kimse Yok Mu” gibi yardım derneklerinin faaliyetleri, zamanla iktidarın bir başarısı gibi sunulmaya başlandı. Bu, sivil toplumun ruhuna aykırı, planlı bir dönüştürme çabasıydı.
Kırılma Anı: 17/25 Aralık ve 15 Temmuz
Hazırlığı uzun süredir devam eden bu tasfiye planı, 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonlarıyla gün yüzüne çıktı. Dört bakanı ve yakınlarını hedef alan bu soruşturmalar, iktidar tarafından bir “darbe girişimi” olarak nitelendirildi ve tarihin en büyük cadı avlarından birinin başlangıcı oldu. Bu noktadan sonra hedef artık sadece yolsuzluk iddialarını soruşturanlar değil, topyekûn Hizmet Hareketi’ydi.
Bu sürecin zirve noktası ise, birçok karanlık noktası hâlâ aydınlatılamamış olan 15 Temmuz 2016 darbe girişimi oldu. Bu olay, rejimin inşasında bir kırılma anı değil, planlı bir mühendislik aracı olarak kullanıldı. 15 Temmuz bahanesiyle ilan edilen OHAL ve çıkarılan KHK’lar, yüz binlerce insanın hayatını kararttı. Bu operasyon, yalnızca bir grubu tasfiye etmeyi değil, aynı zamanda muhalefeti sindirmeyi, yargıyı ele geçirmeyi ve toplumu yeniden dizayn etmeyi amaçlıyordu.
Günah Keçisi mi, Gerçek Fail mi?
Bugün, rejimin yarattığı sorunların faturasını yine Hizmet Hareketi’ne kesmeye yönelik bilinçli bir çaba gözlemliyoruz. İktidar medyasıyla birlikte, muhalif görünen bazı çevrelerin de “rejimi bu hale Cemaat getirdi” söylemini dillendirmesi, büyük bir tarihsel çarpıtmadır. Oysa AKP’ye verilen destek, o dönemde geniş bir toplumsal mutabakata dayanıyordu ve bu desteği verenler arasında liberallerden solculara, Kürt siyasetçilerden Batılı çevrelere kadar pek çok kesim vardı. Bugünün mağdurlarını dünün faili gibi göstermek, gerçek sorumluları aklamaktan başka bir anlama gelmez.
Sıkça tekrarlanan bir diğer yanıltıcı iddia ise “Cemaat af istiyor” söylemidir. Oysa Hizmet Hareketi’nin talebi en başından beri nettir: Ne af, ne de fesih; sadece adalet. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin 15 Temmuz’dan hemen sonra yaptığı uluslararası bağımsız bir komisyon kurulması çağrısı, bu adalet arayışının en somut kanıtıdır.
Türkiye’nin içine sürüklendiği bu karanlık tünelden çıkışın yolu, geçmişin suçlularını aramak değil, geleceğin adaletini birlikte inşa etmektir. Rengi, inancı, ideolojisi ne olursa olsun, haksızlığa uğrayan herkesin yanında durmak, ahlaki ve vicdani bir sorumluluktur. 15 Temmuz’un kilit isimlerine tek bir soru sorulmazken, bankaya para yatırdığı için on binlerce insanın terörist ilan edilmesi, bu düzenin adalet değil, intikam üzerine kurulu olduğunu göstermektedir.
Sonuç: Suçlu Aramak Değil, Adalete Kenetlenmek
Hizmet Hareketi’ne yönelik zulüm, rastlantısal bir öfkenin değil, Türkiye’yi tek sesli bir rejime dönüştürmeyi amaçlayan planlı bir projenin sonucudur. Bu proje, Hizmet’i tasfiye ederek başlamış, ancak bugün tüm muhalif kesimleri hedef alan bir baskı aygıtına dönüşmüştür. Tarih, er ya da geç gerçekleri ortaya çıkaracaktır. Bugün sabırla ve metanetle hakikati savunanların sesi, yarın adaletin gür sedası olacaktır.

About the author

Avatar photo
Hasan Tarık Şen

Add Comment

Personel Website – Studies, Professional Insights, and Critical Reflections

About Me

htsen
Hasan T. Şen is an independent legal practitioner and legal scholar with academic credentials spanning Turkey, Azerbaijan, and Australia. He holds a Bachelor’s in Law from Istanbul University, a Master’s in Law from Kafkas University in Azerbaijan, and a second Master’s in International Relations from Macquarie University, completed in English. His expertise lies in legal consulting, education leadership, and international cooperation.