Eleştiri mi, Yıkım mı?
Zor dönemlerin kaçınılmaz sonucu olarak eleştiriler artar. Ancak her eleştiri yapıcı değildir. Özellikle zulüm altında kalan bir hareketin yeniden toparlanma sürecinde içeriden gelen bazı eleştiriler, sadece yönü değil, moral bütünlüğü de zedeleyebilir. Bu nedenle, zulümle yüzleşen bir yapının iç dengeleri ve mücadele azmi, eleştirinin tonundan doğrudan etkilenir. Bu yazı, Hizmet Hareketi gibi uzun süre sistematik baskıya maruz kalmış bir yapının içinden yükselen sesleri anlamaya çalışmakta, ancak bu seslerin hangi noktada yapıcılıktan çıkıp yıkıcılığa dönüştüğünü sorgulamaktadır.
Eleştirinin Ahlâkî Sınırları
Özgür toplumların temelinde eleştiri kültürü yatar; bu bir lütuf değil, temel bir vatandaşlık hakkıdır. Ancak bu hak, gerçek değerini yalnızca fikirlere yöneldiğinde bulur. Karl Popper’ın Açık Toplum ve Düşmanları eserinde vurguladığı gibi, eleştiri şahıslara yöneldiğinde hem ahlaki zemin kaybolur hem de özgürlükler tehdit altına girer. Bugün bazı çevrelerde Hizmet Hareketi’ne yönelik eleştiriler, giderek hesaplaşma zeminine dönüşmektedir. Eleştiri, zamanla fikirden uzaklaşıp kişisel pozisyon arayışlarına, iç rekabete ve geçmişin rövanşını almaya yönelik bir araca dönüşmektedir. Büyük fedakârlıklarla yürütülen hizmetleri görmezden gelen, yapıcı teklif sunmaktan uzak, hakaret ve ithamla şekillenen bu tarz çıkışlar yalnızca bireyleri değil, Hareket’in temsil ettiği değerleri de yıpratmaktadır.
Müspet hareket anlayışı, şeytanî oyunların ve sistematik linçlerin egemen olduğu dönemlerde bile, negatif söylemlere kapılmamayı; buna karşılık kendi mefkûresi doğrultusunda üretmeye ve onarmaya odaklanmayı öğütler. Fethullah Gülen Hoca Efendi’in çok sayıda sohbetinde belirttiği gibi, mümince duruş; olumsuzluklara aynıyla mukabelede bulunmamak, negatif söz ve eylemlerle meşgul olmamak, daima tamir ve ıslahla meşgul olmak ve her zaman vifak ve ittifak peşinde koşmaktır.
Direncin Kırılması mı İsteniyor?
Bazı yıkıcı eleştiriler, yapıyı dönüştürmek bir yana, onun temsil ettiği son ahlaki direnç hatlarını da hedef alıyor. Bu, tehlikeli bir yıkımın habercisidir. Albert Camus’nün Başkaldıran İnsan adlı eserinde uyardığı gibi, isyan ölçüsüzleştiğinde adalet duygusunu ve vicdanı da yok edebilir. Camus, devrimlerin bile kendi cellatlarını doğurduğunu söylerken, vicdanı olmayan bir eleştirinin insanî değerleri yok edeceğine dikkat çeker. Bugün de bazı çevrelerde eleştirinin adalet duygusunu değil, öfkeyi büyüttüğü gözlenmektedir.
İç eleştirinin yıkıcıya dönüştüğü bir başka alan da dışlayıcılıktır. Farklı düşünen veya merkezde olmayan cemaat mensupları bazen “hain” ya da “iftirak çıkarıyor” olarak etiketlenmektedir. Bu yaklaşım, sadece bireyleri değil, kolektif şuur ve aidiyet duygusunu da tahrip eder. Bu, Hannah Arendt’in totaliter sistem eleştirisinde belirttiği gibi, bireyin yalnızlaştırılmasıyla başlayan bir parçalanmadır. Arendt’e göre totalitarizm yalnızca dış baskıyla değil, içerideki sosyal dokunun çözülmesiyle işler.
Fitne dönemlerinde Hizmet Hareketi içinde farklı niyetlere sahip bireyler bulunabilir; hatta istismar niyetiyle aramıza sızmış kişiler de olabilir. Ancak bu ihtimali gerekçe göstererek genel bir paranoya üretmek ve herkesi kuşku ile damgalamak, iç barışı ve güveni zehirler. Geçmişte yaşanan bazı örneklerde, yalnızca eleştirel düşündüğü için “şüpheli” ilan edilen kişilerin dışlandığı ve mahremiyetin ihlaliyle izlendiği hâlâ hafızalardadır. Bu tür yaklaşımlar yalnızca iç güveni sarsmakla kalmaz, istişare kültürünü de felce uğratır.
Böyle dönemlerde yapılması gereken en doğru şey, dikkati yeniden asli sorumluluklara yönlendirmektir. En sağlam strateji, sessiz ve kararlı bir şekilde işini iyi yapmaktır. Fethullah Gülen’in bu konudaki tavsiyeleri nettir. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) fitne dönemleriyle ilgili uyarıları ise her zaman yol göstericidir.
Bu yaklaşım, sosyal bilimlerde “pozitif direnç” (constructive resilience) olarak adlandırılan savunma biçimiyle örtüşür. Siyasal psikolog Marc Howard Ross’un ifade ettiği gibi, kriz ve çözülme dönemlerinde en etkili duruş, toplulukların kendi değerlerine ve işlevlerine odaklanmasıdır. Eğitimse eğitim, diyalogsa diyalog ve en önemlisi rehberlikse rehberlik… Herkesin kendi yerinde sorumluluğunu hakkıyla yerine getirmesi hem iç uyumu korur hem de dışarıya karşı ahlâkî bir direnç sağlar.
Yapıcı Eleştiri ve Sorumluluk Ahlâkı
Hizmet Hareketi gibi yüksek moral iddiası olan bir yapının, hem iç eleştiriye hem de farklı seslere alan açabilmesi gerekir. Ancak bu, yapıyı hedef alan sistematik yıkım çabalarıyla karıştırılmamalıdır. Eleştiri, cemaatin ortak aklını ve hafızasını büyütmeli; yok etmek için değil, onarmak için yapılmalıdır.
Camia içi ihtilaflar sosyal medya gibi geniş kitlelere açık ve çoğu zaman yapıcı zemin sunmayan ortamlarda değil; istişare, şeffaflık ve samimiyet esasına dayalı iç platformlarda çözülmelidir. Sosyal medya, maksadını aşan yorumların, eksik bilgilerin ve yanlış anlaşılmaların kolayca yayılabildiği bir alandır. Hele ki kırılgan dönemlerde, fitnenin yayılma hızı, hakikatin açıklıkla anlaşılma hızından çok daha yüksek olabilir. Bu sebeple meseleleri doğrudan muhataplarıyla konuşmak ve çözüm arayışlarını gizli gündemlerden uzak, açık bir zeminde sürdürmek en sağlıklı yoldur. Unutulmamalıdır ki, fitnenin en kolay yayıldığı dönemlerde sulh, yalnızca bir tercih değil, aynı zamanda ahlaki bir sorumluluktur.
Eleştiriyi yapan kişi, sözünün ve tavrının doğuracağı sonuçların farkında olmalı; sadece doğruyu söylemekle yetinmemeli, doğrunun hangi bağlamda, hangi dilde ve hangi hedefle söylendiğini de düşünmelidir. Eleştiri hakkı, aynı zamanda bir yükümlülüktür ancak dönemin zorlukları içinde mücadele eden insanların ümitlerini kırmamak, moral ve motivasyonlarını zayıflatmamak da gereklidir.
Hizmet Hareketi, tarih boyunca sabırla, müspet hareket anlayışıyla ve hukuki sınırlar içinde kalarak yol almış bir toplumsal dayanışma modelidir. Bu uzun yolculukta hatalar yapılmış, kimi eksikler yaşanmış olabilir. Özellikle son yıllarda yaşanan ağır baskı ve telin süreci, doğal olarak bir iç muhasebe ve yenilenme ihtiyacını da beraberinde getirmiştir. Ancak Hareket, kendi iç dinamikleriyle bu sorunları aşabilecek ilke, birikim ve kadroya sahiptir. Yapılması gereken, bu süreci yıkıcı değil yapıcı bir eleştiri kültürüyle yönetmektir. Zira telafi, topyekûn inkârla değil; vicdanlı, ilkesel ve sorumluluk bilinciyle yürütülen bir yüzleşmeyle mümkündür.
Bugün yapılması gereken, eleştiri kılığına bürünmüş yıkıcı söylemleri ayırt etmek ve yapıcı olanı ayakta tutmaktır. Aksi halde, mücadele edilmesi gereken zulümle değil, zulmün ürettiği problemlerle karşı karşıya kalırız.Bu günlerde geçecektir , elimizde yalnızca hakikat ve vicdan kalacak. O vicdanın yaralı olmaması için bugün ne söylediğimiz, neyi savunduğumuz kadar, nasıl söylediğimiz de önemlidir.
Devamı 3. Bölümde: Türkiye’de kurulan düzen görmezden gelinerek yapılan teklifler üzerinde duracağız. Milyonların döndüğü bir “F.tö Borsası”, hukuksuzlukla beslenen bir çark, menfaatin vicdanı bastırdığı bir yapı… Bu sistemin neden ayakta tutulduğunu ve adaletin yeniden tesisi için hangi hukuki mücadelelerin şart olduğunu bir sonraki bölümde ele alacağız.