Personel Website – Studies, Professional Insights, and Critical Reflections

ZULMÜN ANATOMİSİ–1.BÖLÜM

Z

Hizmet’e Yönelik Zulmün Derin Kökleri

Türkiye’nin son on yılına damgasını vuran en büyük kırılmalardan biri, Hizmet Hareketi’ne karşı yürütülen sistematik tasfiye ve itibarsızlaştırma sürecidir. Yüz binlerce insan, bireysel suç isnadı olmaksızın görevden alındı, pasaportları iptal edildi, mallarına el kondu, cezaevine konuldu, çocuklarından koparıldı ya da ülkesinden ayrılmak zorunda kaldı. Ancak bu trajedi, ne 17/25 Aralık operasyonlarıyla ne de 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle başlamıştır. Zulmün kökleri, çok daha eski ve yapısal bir zeminde yatmaktadır.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin şahsında somutlaşan bu hareket, 1970’lerden bu yana aynı suçlama kalıplarıyla hedef alınmıştır: “Anayasal düzeni değiştirmek”, “devlete sızmak”, “gizli örgüt kurmak”. Oysa daha 1960’lı yıllarda bile bu zihniyet kendini göstermiştir. Edirne’de, henüz 20’li yaşlarındayken altı kişiyle birlikte bir cami mahfilinde hadis okuyan Gülen Hocaefendi, polis baskınıyla karakola götürülmüş, tartaklanmış ve hakaretlere maruz kalmıştır. Ortada ne bir siyasi örgütlenme, ne de suç unsuru vardır; tek “suç”, dinî bir metni beraber okumaktır.
1971 yılında benzer suçlamalarla hüküm giydiğinde çevresinde kaç kişi vardı? Hangi delil gösterilebildi? 1980 darbesi sonrasında altı yıl kaçak yaşamak zorunda kaldı; yine aynı suçlama, yine benzer dosyalar. 28 Şubat döneminde ise, Genelkurmay dâhil tüm güvenlik kurumlarının “suç unsuru yoktur” yazılarına rağmen, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi mahkûmiyet kararı verdi. Ancak Hocaefendi bu kararı kabullenmedi; “hukuken tartışmalı” bulduğu cezayı Yargıtay’a taşıdı ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu beraat kararı verdi.
Tüm bu süreçler, Türkiye’de devletin yalnızca bir “düşman” değil, aynı zamanda bir “günah keçisi” üretme refleksine sahip olduğunu göstermektedir. Bugün yaşananlar, bu kadim devlet refleksinin dijital çağ versiyonudur: Teknoloji değişti, medya dili evrildi, ancak zihniyet aynı kaldı.

Nefret Söylemiyle Şeytanlaştırılan Bir Cemaat

Türkiye’de belirli çevreler, her kriz döneminde yeni düşmanlar icat etme alışkanlığına sahiptir. Bediüzzaman Said Nursî’ye “şapka düşmanı”, Süleyman Hilmi Tunahan’a “tarikatçı”, Erbakan’a “irticacı” diyenler, Gülen Hareketi’ni de “paralel yapı”, “F.tü” gibi karikatürize etiketlerle şeytanlaştırdı. Bu etiketlemeler, yalnızca siyasi bir karalama değil; aynı zamanda açık bir nefret suçu örneğidir.
Nefret suçu, bir gruba aidiyet nedeniyle yapılan saldırı, ayrımcılık veya aşağılama eylemlerini kapsar. Türkiye’de bu suçun tanımı çoğu zaman yalnızca etnik kimlik üzerinden algılansa da, inanç temelli ayrımcılık da bu kapsamdadır. Hizmet mensuplarına yönelik linçler, kamuoyu önünde aşağılamalar, işkenceye varan gözaltı uygulamaları, “çocuklarına bile acımayın” çağrıları—bunların tümü kolektif bir nefret söylemiyle beslenmektedir. Bu tür söylemler yalnızca bir grubun haklarını değil, toplumun ortak ahlakını da zehirlemektedir.

“Yolun Kaderi” İfadesini Çarpıtıyorlar

Bazı çevreler, Hizmet Hareketi’nin yönetici kadrosunu yapılması gereken mücadeleyi yeterince vermemekle eleştiriyor; bu pasifliğe gerekçe olarak da “yolun kaderi” yaklaşımını öne sürdüklerini iddia ediyorlar. Son dönemde “cemaat kendini feshetsin” diyen bazı isimler de, karşılaştıkları tepkileri yine bu yaklaşıma bağlıyor; tabanın bu anlayışla susturulduğunu ve bu yüzden kendilerine eleştirel yaklaşıldığını savunuyorlar.
Oysa bu yorum, hem tarihsel gerçekliğe, hem de Hocaefendi’nin bizzat ortaya koyduğu mücadele ahlakına tamamen aykırıdır. Fethullah Gülen Hocaefendi, “yolun kaderi” ifadesini kullanırken bir mazeret üretmez; bilakis, tarih boyunca hak ve hakikat yolunda yürüyenlerin çektikleri sıkıntılara dikkat çeker. Peygamberlerin iftiraya uğraması, sürgün edilmesi, hatta suikastlara maruz kalması; Bediüzzaman Said Nursî’nin zindanlardan zindana sürüklenmesi… Bu örnekler, hak yolunun kolay bir yol olmadığını gösterir. Ancak bu, zulme boyun eğmek anlamına gelmez.
“Zulüm kaderde vardır” demek, “zulme razı olun” demek değildir. Bilakis, bu ifade sabrın da, direnişin de onurlu bir şekilde verilmesi gerektiğini vurgular. Hocaefendi’nin hukuk mücadelelerine gösterdiği duyarlılık, yalnızca bir savunma refleksi değil, aynı zamanda bir ahlâkî duruştur. Hizmet Hareketi’nin tarihi, aynı zamanda hukuk çizgisinde hakkını aramanın tarihidir. Yıllar boyunca medya iftiralarına, açılan davalara ve kurulan kumpaslara karşı hukuktan taviz vermeden mücadele edilmiştir. “Yolun kaderi” yaklaşımı ise bu hukuk mücadelesine engel değil, bilakis onu daha da anlamlı kılan bir bilinçtir.
Bugün de bu duruş örnek alınmalıdır: Sessizliğe mahkûm edilenlerin sesi olmak, zayıfların hakkını savunmak, hukuku yeniden ayağa kaldırmak için konuşmak.

Gerçekten Değişen Ne?

Bugün Hizmet Hareketi’nin suçlandığı tüm başlıklar —gizlilik, paralellik, kadrolaşma, finansal yapı, yurt dışı okullar— aslında yıllar önce de gündeme getirilen ithamlardır. Tek fark, o dönemler bunları dillendirmek için tek parti döneminden kalma taktikler ve fişlemeler kullanılıyordu; bugün medya linçleri, sosyal medya algı operasyonları ve “etiket siyaseti” kullanılıyor. Aynı iftira, farklı paket.
Peki gerçekten değişen ne? Hizmet mi bir tehdide dönüştü, yoksa rejim mi yeni bir iç düşman arıyor? Bu sorunun cevabını tarihten gelen şu örnek veriyor: Gülen Hareketi, devlete yakın görüldüğü dönemlerde de, uzak tutulduğu dönemlerde de aynı suçlamalara maruz kaldı. Demek ki mesele “ne yaptığı” değil, “ne temsil ettiği”dir.
Bugün Hizmet Hareketi’nin temsil ettiği en büyük tehdit, yozlaşmış düzenin alternatifi oluşudur. Liyakate dayalı eğitim, şeffaf ve hizmet odaklı bir sivil toplum anlayışı, ahlaki liderlik vurgusu… Bunlar rüşvetin, kayırmacılığın, cemaat-tarikat temelli yandaşlığın hâkim olduğu bir düzende kabul edilemez değerler hâline geliyor. Ve bu yüzden “terör” etiketiyle tasfiye edilmesi isteniyor.
Bu zulüm, yalnızca bir tasfiye değil; aynı zamanda bir ideolojik temizlik operasyonudur. Devletin içini boşaltarak onu bir “otoriter aygıt”a dönüştürenler, muhalefeti bile bu suçlamalarla hizaya sokmaktadır. Bugün Hizmet Hareketi’ni suçlamak, aslında sistemin çürümüşlüğünü görünmez kılmak için kullanılan bir sis perdesidir.

Son Söz Yerine

Gerçekten Hizmet mi suçlu, yoksa sistem mi onu günah keçisi yapıyor?
Bu soruyu net şekilde sormadan hiçbir tartışma sağlıklı yürümez. Çünkü Hizmet Hareketi’nin geçmişi, bugünkü zulmün sadece bir “politika” değil, bir “zihniyet” meselesi olduğunu ortaya koyuyor. Değişen hükümetler değil; değişmeyen baskıcı refleksleriyle devlet aygıtının ta kendisidir. Ve bu refleks bugün yalnızca Hizmet’i değil; Kürtleri, Alevîleri, muhalif gazetecileri, solcuları, akademisyenleri, sıradan vatandaşları da hedef almaktadır.
Bugün Hizmet Hareketi’ne reva görülenler, sadece bir grubun değil, aynı zamanda ifade özgürlüğünün, sivil toplumun ve dinî çoğulculuğun da hedef alındığını gösteriyor. Bu yüzden bu zulümle mücadele, yalnızca Hizmet’e ait değil; adaletin, vicdanın ve demokratik değerlerin savunusudur.
Yarın bu düzen değiştiğinde, bu zulmü sessizce izleyen herkes, “ben sustum ama masumdum” diyemeyecektir.

Sıradaki yazı: 2.Bölüm – Cemaat İçi Eleştirilerin Sınırları ve Klikleşmenin Yıkıcı Etkisi

    About the author

    Avatar photo
    Hasan Tarık Şen

    Add Comment

    Personel Website – Studies, Professional Insights, and Critical Reflections

    About Me

    htsen
    Hasan T. Şen is an independent legal practitioner and legal scholar with academic credentials spanning Turkey, Azerbaijan, and Australia. He holds a Bachelor’s in Law from Istanbul University, a Master’s in Law from Kafkas University in Azerbaijan, and a second Master’s in International Relations from Macquarie University, completed in English. His expertise lies in legal consulting, education leadership, and international cooperation.