“Devletin dini adalettir.” – Hz. Ali

Türkiye’de hukuk sistemi, Cumhuriyet’in ilanından bu yana sürekli bir arayış içinde olmuştur. Bu arayış, sadece yasaların teknik eksikliklerinden ya da sistemin gençliğinden kaynaklanmaz; aynı zamanda siyasetle kurulan sancılı ilişki, yargının bağımsızlık mücadelesi ve toplumsal adalet talebiyle de ilgilidir.
Bu arayışın kökeni sadece Cumhuriyet dönemiyle sınırlı değildir. Osmanlı hukuk tarihinde bile adaletin sembolik bir ifadesi vardı: Fatih Sultan Mehmed’in, bir Rum mimarın şikâyeti üzerine kadı huzurunda yargılanması, yargının sultanın dahi üzerinde olması gerektiğini simgeler. Rivayete göre Fatih, mahkemeye elinde topuzla gelir; yanlış karar verecek kadının başına vuracak kadar yargının ciddiyetini önemser ama karar aleyhine verilince topuzu bırakır ve adalete boyun eğer. Bu anlatı, yalnızca bir hikâye değil, tarihsel bellekte hukukun üstünlüğünün sembolüdür.
Benzer bir ahlaki bilinç, Antik Yunan filozoflarından Sokrates’in sözlerinde de yankı bulur:
“Kötülük, kanunlardan daha hızlı yol alır. Bu yüzden adalet, sabırla ama kararlılıkla büyütülmelidir.”
Sokrates, hukukun bireyin vicdanıyla ilişkisini öne çıkarırken, onun gücünü daima akıldan ve ahlaktan alan bir mekanizma olarak görür.
Batı’da hukukun üstünlüğü fikri, yüzlerce yıllık mücadelelerin ve devrimlerin sonucudur. İngiltere’de Magna Carta (1215), kralın bile hukuka tabi olduğunu kabul ederken; Fransız Devrimi yargıyı halkın özgürlüklerinin teminatı hâline getirmiştir. Batı’da hukukun üstünlüğü mücadelesi yalnızca anayasal belgelerle değil, hukuki ahlâkın da gelişmesiyle olmuştur. Montesquieu’nun meşhur sözüyle: “Yasalar, iktidarın keyfiliğine karşı halkın güvencesidir. ABD’de Yüksek Mahkeme başkanların kararlarını durdurabilecek yetkiye sahiptir. Almanya’da Federal Anayasa Mahkemesi, bireysel başvurularla insan haklarını koruma misyonunu sürdürmektedir. Bu yapı sadece Batı’ya özgü değildir. Brezilya’da Bolsonaro’ya, Güney Kore’de Park Geun-hye’ye, Kenya’da seçim iptaline dair güncel yargı kararları, bağımsız yargının küresel gücünü göstermektedir.
World Justice Project 2023 Endeksi’ne göre Türkiye, 142 ülke arasında 117. sıradadır. GRECO raporları HSK’nın bağımsızlığına ilişkin eleştiriler getirirken, Freedom House Türkiye’yi ‘özgür olmayan ülkeler’ kategorisine almaktadır. Yargı bağımsızlığı, ceza adaleti ve yürütmenin sınırlandırılması gibi başlıklarda düşüş kaydedilmiştir.
2000’li yıllardan itibaren yayımlanan Yargı Reformu Strateji Belgeleri, AB süreciyle birlikte umut vermişse de uygulamada birçok hedefin tersine işlemesine neden olmuştur. 26 Eylül 2023’te AİHM’in verdiği Yalçınkaya kararı, ByLock gibi dijital delillere dayalı davaların adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini açıkça belirtmiştir. The Economist dergisi bu bağlamda şöyle der: “Turkey’s judicial system appears increasingly detached from international norms.”
Yargı bugün Türkiye’de yasaların yorumcusu değil, siyasi iktidarın sopası hâline gelmiştir. Ekrem İmamoğlu davası bunun açık örneğidir. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş davaları AİHM kararlarına rağmen hâlen çözülememiş durumdadır. BM Keyfi Tutuklamalar Grubu, Türkiye’de siyasi nedenlerle tutuklanan birçok kişiye dair ihlal kararı vermiştir. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT), gözaltı merkezlerinde kötü muamele iddialarının etkili şekilde soruşturulmadığını vurgular.
YouTube üzerinden yayın yapan bağımsız gazeteciler, siyasi kararların yargı süreçlerini nasıl yönlendirdiğini belgelerle açıklamaktadır. Yine, yargının sadece emir-komuta zinciriyle değil, emniyet teşkilatıyla kurulan siyasi bağlarla işlediği örnekler görülmektedir. Tahliye kararlarının uygulanmaması, siyasi emirle hareket eden kolluk kuvvetlerinin yargı kararlarına direndiği vakalar, yalnızca hukuksuzluk değil, güçler ayrılığına da açık bir tehdittir.
Yargı-mafya-siyaset üçgeni bu çöküşün başka bir yüzüdür. Sedat Peker’in ifşaatları ve gazeteci Cevheri Güven’in yayınları, yargının nasıl araçsallaştığını gözler önüne sermektedir. Rüşvet karşılığı dava yönlendirme, iş insanlarıyla hâkimler arasında kurulan pazarlık ilişkileri, yargı mekanizmasının içten çürüdüğünü göstermektedir.
Buna rağmen, yargının içinde zaman zaman adaletin kıvılcımını taşıyan girişimler olmuştur. Anayasa Mahkemesi’nin bazı bireysel başvuru kararları, umut verici olsa da genel tabloyu değiştirecek etkide değildir. Bunlar bir arayışın parçalarıdır; sistem bütününde yaşanan deformasyonla baş edemez hâle gelmiştir.
Türkiye’de yargının işleyişi coğrafi olarak da farklılık göstermektedir. Doğu ve güneydoğu illerinde daha sert uygulamalar görülürken; batı illerinde tutuksuz yargılama ve beraat kararları daha yaygındır. Bu durum, hukuk güvenliğinin bölgesel olarak da adaletsiz işlediğini göstermektedir.
Kadına yönelik şiddet ve nafaka davalarında uygulanan iyi hâl indirimleri gibi tartışmalı kararlar; kadınların yargıya erişiminde engeller oluşturmaktadır. Aynı şekilde etnik ve dini azınlıkların adil yargılanma talepleri, sistematik önyargılar nedeniyle karşılık bulamamaktadır. Bu gruplar açısından yargı sadece bir hukuk değil, bazen bir tehdit alanına dönüşmektedir.
Yargıya güven kamuoyunda da zayıflamaktadır. KONDA ve Ipsos gibi kuruluşların anketlerine göre, vatandaşların büyük kısmı mahkemelerin bağımsız karar verdiğine inanmamaktadır. Yargıya duyulan güvensizlik, demokrasiye olan inancı da zedelemektedir.
Yargıç ve savcılar da sistem içi baskılara maruz kalmaktadır. Meslek içi rotasyon tehditleri, görevden alma endişeleri ve dosya baskıları, yargı mensuplarının vicdanla değil kariyer korkusuyla karar vermesine neden olmaktadır.
AİHM kararları ve BM değerlendirmeleriyle ortaya çıkan ihlallerin temelinde, Türkiye’de terör tanımının muğlaklığı da yer almaktadır. Terörle Mücadele Kanunu kapsamında, sosyal medya paylaşımları ya da sivil toplum faaliyetleri dahi “örgüt üyeliği” ya da “propaganda” suçu kapsamına alınabilmektedir. Uluslararası Af Örgütü ve Human Rights Watch gibi kuruluşlar bu yasaların keyfiliğe açık olduğuna dikkat çekmiştir.
Adaletin Yeniden İnşası: Umudun ve Vicdanın Çağrısı
Tüm bu karamsar tabloya rağmen, adaletin yeniden inşası mümkündür. Ancak bu, yalnızca kanun maddelerinin revize edilmesiyle değil; hukukla, vicdanla ve toplumsal yüzleşmeyle gerçekleşebilir. Adalet, sadece bir sistemin yeniden tasarlanması değil; aynı zamanda bir toplumsal iyileşme, bir vicdan temizliğidir.
Bu yeniden inşa, yargının tüm bileşenlerinin liyakate göre atanmasıyla, Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun yürütmeden bağımsız hale gelmesiyle ve kamuoyuna açık, denetlenebilir bir adalet sistemiyle mümkündür. Ama aynı zamanda, devletin kendi yurttaşlarına karşı geçmişte yaptığı hataları kabul etmesiyle, kırılan güvenin onarılmasıyla mümkündür.
Bugün kamuoyunda tartışılan şartlı salıverme ya da olası bir af yasası, yalnızca cezaevlerinin boşaltılması değil; vicdanların rahatlaması için de bir fırsat olabilir. Adil yargılanmamış, delilsiz mahkumiyetlerle yıllarca hapsedilen insanların yeniden hayat kurma hakkı vardır. Bu süreç, yalnızca teknik değil, aynı zamanda ahlaki bir yeniden değerlendirme süreci olmalıdır. Adalet, yalnızca cezalandırmak değil; bağışlamak, anlamak ve onarmaktır da.
KHK’lılar meselesi ise hâlâ büyük bir toplumsal yara olarak durmaktadır. On binlerce insan, herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın mesleklerinden ihraç edilmiş, sosyal hayattan dışlanmış ve adeta görünmez yurttaşlara dönüştürülmüştür. Bu insanlar için adalet, sadece bir hukuki statü değil, aynı zamanda insan onurunun iadesidir. Bu sorun görmezden gelinerek değil, cesaretle, şeffaf bir yüzleşmeyle çözülebilir. KHK’lılar nezdinde devletin adalete dönüşü, toplumun tamamı için bir güven tazelemesi olacaktır.
Öte yandan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının tanınması ve uygulanması, Türkiye’nin uluslararası hukuk sistemine yeniden entegre olması için kritik bir adımdır. Mahkeme kararlarının iç hukukta bağlayıcılığının kabulü, yalnızca uluslararası prestij değil, iç barış için de gereklidir. Unutulmamalıdır ki, adaletin bir ülkede yerleşmesi, sadece iç mekanizmalarla değil; evrensel hukuk ilkeleriyle de uyum içinde olmasıyla mümkündür.
Adalet yalnızca mahkeme salonlarında değil, toplumun her dokusunda hissedilmelidir. Bir öğretmenin sınıfta hissettiği güven, bir memurun görevde duyduğu saygı, bir annenin evladını hapiste görmeden büyütebilme umudu da adaletin parçalarıdır.
Hukuk devleti olmak, sadece Anayasa’da yer alan bir ilke değildir; o ilkenin sokakta, okulda, hastanede, mahkemede, sosyal medyada ve evde yaşanmasıyla mümkün olur. Her bireyin kendini güvende hissettiği, adaletin yalnızca güçlüler için değil herkes için işlediği bir sistem, hâlâ kurulabilir. Bunun için geç değil.
Kaynakça:
- World Justice Project. (2023). Rule of Law Index.
- European Court of Human Rights. (2023). Yalçınkaya v. Turkey.
- Human Rights Watch, Turkey Country Reports (2023).
- The Economist. (October 2023). Turkey and the Rule of Law.
- GRECO Reports on Turkey. (2022–2023).
- CPT: European Committee for the Prevention of Torture Reports.
- KONDA & IPSOS Türkiye Kamuoyu Araştırmaları.
- Montesquieu, “The Spirit of the Laws” (1748).