Personel Website – Studies, Professional Insights, and Critical Reflections

Güneydoğudan Güneydoğuya: Phnom Penh’de Bİr Fedakârlık Hİkâyesİ

G

“Fear not the future, weep not for the past.”Gelecekten korkma, geçmiş için de ağlama.”Kamboçya Atasözü

Uçağın kapısı açıldığında yüzüme çarpan o yoğun hava… Göğsüme çöken nem, tanımlanamaz bir koku… Sanki bir anda başka bir dünyanın içine düştüm.
Yıl 2001. Ne Türkiye Kamboçya’yı tanıyor, ne Kamboçya Türkiye’yi.

Ne büyükelçilik, ne konsolosluk, ne de bir market rafında tanıdık bir ürün.
Bu ülkede Türkiye’yi temsilen sadece bir şey vardı: bir okul.
Ve o okulda sadece bir avuç insan. Adanmış birkaç gönül.

Havalimanından Okula: Ters Yüz Bir Dünya

Phnom Penh Uluslararası Havalimanı’na indiğimizde, zaman yavaşlamış gibiydi.
Ne yoğun trafik, ne de acele eden insanlar… Her şey, alıştığımız dünyanın dışında, başka bir ritimdeydi.

Pasaport kontrolünden geçtik. Okulun müdürü bizi karşıladı.
Tek başına bu ülkeye gelmişti. Ne diplomatik sıfatı vardı ne bir teşkilat gücü arkasında.
Yalnızca bir niyet, yalnızca bir inanç. Hayatı, tek başına yazılmış bir destandı.

Araca binip okula doğru ilerlerken, gözüm sokaklara takıldı.
Tozlu yollar, çıplak ayaklı çocuklar, kalabalık motosikletler ve her köşede bir barbekü…
Ama bizim alıştığımızdan farklı bir barbekü: muz, tavuk, balık ve adını dahi bilmediğimiz parçalar…

Yanımda outran Şanlıurfalı iş adamlarından biri, kısık sesle mırıldandı:
“Burası bildiğin Eyyübiye…”
Gerçekten de bazı mahalleler, Şanlıurfa’nın kenar semtlerine öylesine benziyordu ki, yabancılık hissi kayboldu. Sanki Anadolu’dan bir sokak kesiti alınmış, buharla taşınmıştı Güneydoğu Asya’ya.

Okulun Kapısında Türkçe Bir Koku

Vardığımız okul, küçük bir villadan dönüştürülmüş, beyaz badanalı bir binaydı.
Dışarıdan sade ama içerisi bir yürekle örülmüş gibiydi.

Kapıdan içeri adım attığımızda bizi Türk yemeklerinin kokusu karşıladı.
Masada çeşit çeşit tabaklar, mutfağın köşesinde telaşlı ama huzurlu bir kadın…
Okulda görev yapan öğretmenlerden birinin eşi. Tek Türk kadındı. Aynı zamanda aşçı, temizlikçi, anne, öğretmen… Ve okulun o yıllardaki tek Türk çocuğunun annesi. Belki de bu coğrafyada büyüyen ilk Türk çocuklarından biriydi. Bisikletin Arka Koltuğunda Taşınan İyilik

O kadın bir gün pazara gitmiş. Sıcak, kalabalık ve koku içinde fenalaşmış, bayılmış.
Bir Kamboçyalı satıcı, onun kim olduğunu tam bilmemiş ama şöyle demiş:
“Herhâlde şu Türk okulundandır.”
Baygın hâlde bir bisikletin arkasına yatırılmış, okula getirilmiş.O anda anladım:
Bu okul sadece bir eğitim kurumu değil, mahallenin hafızasına kazınmış bir iyilik merkeziydi.

Yolculuğumuz başlamadan önce Kuala Lumpur’da kısa bir aktarma yapacaktık.
Urfalı iş adamları endişeliydi:
“Orada yiyecek bir şey bulamayız, iyice doyalım.” Ama Phnom Penh’e geldiğimizde, o okul sofrasının karşısında sustular. Ve o sofrayı hazırlayan kadının hikâyesini dinlediklerinde…
Gözyaşlarını tutamadılar. Çünkü o yemek sadece karın doyurmuyordu,
bir milletin vicdanı da sofraya seriliyordu.


Şanlıurfa’dan Phnom Penh’e: Coğrafya Değil, Anlam

Urfalı iş adamları bu projeyi ilk duyduklarında tedirgin olmuştu:
“Daha yakın bir yer yok muydu? Balkanlar mesela?”

Gülümseyerek şöyle demiştim:
“Biz Urfa’da Türkiye’nin güneydoğusuyuz. Herhâlde kader de dünyanın güneydoğusunu bize emanet etti.”

Şimdi o gülümseme yerini hayranlığa bırakmıştı. Çünkü insan uzaklığı değil, anlamı hisseder.Yanımda gelen o insanlar, Anadolu’nun bağrından kopup gelmişti.
Hiçbiri aristokrat değildi. Kimi müteahhit, kimi küçük esnaf, kimi marangoz…
Ama her biri, bu okulun avlusunda kendi çocukluğunu, kendi mahallesini, kendi geçmişini görüyordu. Ve o sofrada sadece açlık değil, kalpler de doymuştu.

Tarihin Gölgesi: Pol Pot’un Sessizliği

Phnom Penh’in sokaklarında sadece bugünün değil, tarihin yankısı da vardı.
Pol Pot rejimi, gözlük taktığı ya da kitap okuduğu için bir nesli yok etmişti. Choeung Ek Ölüm Alanı hâlâ sessizce fısıldıyordu:
“Beni unutma.”

Ama o sessizlik, şimdi bir sınıfta Türkçe dersi veren bir öğretmenin sesiyle bölünüyordu.
Bir zamanlar bilgi korkuyken, şimdi umut olmuştu.

Budizm’in Sessizliği, İnancın Gücü

İlk kez bir Budist tapınağına girdiğimde, beni karşılayan sessizlik boşluktan ibaret değildi; içi dolu, yaşayan bir sessizlikti. Taş döşemeler boyunca çıplak ayaklarla yürüyen keşişler, sanki zamandan sıyrılmış gibiydi.

Tütsü dumanı yukarı doğru süzülüyor, altın varaklı heykellerin yüzünde ışık gölgelerle dans ediyordu. Sunak taşlarının üzerinde taze meyveler, hindistancevizleri, ve beyaz çiçekler sessizce duruyordu, kimseye gösteriş yapmadan, hiçbir beklenti taşımadan. Tapınağın derinliklerinden bir çan sesi geldi.Ne bir çağrı, ne bir hüküm — sadece varoluşun kendisine yapılan bir selam gibi.

Ve o anda anladım: İnanç, şekilden, dilden, ritüelden daha büyüktü. O ne olursa olsun, nerede olursa olsun, bir insana teslimiyet, sükûnet ve umut verebiliyorsa, gerçektir. İnanç, yalnızca ait olunan yerlerde değil, yabancısı olduğumuz tapınaklarda da yankılanabilir.

Çarşıda Bir Gülümseme

Toprak zeminli, branda kaplı bir çarşıdayız. Nefes almak zor. Baharat, pişmiş balık, ter…
Ama insanların gözlerinde öfke değil, umut var. Çocuklar gözümüzün içine bakarak pazarlık yapıyor:
“Puan thom?” (Fiyat ne kadar?)
Ve ardından gülümsüyorlar.


Kamboçya’nın Meyveleri: Dilin Ucunda Bir Keşif

Pazarda dolaşırken bir şey daha dikkatimizi çekmişti: Renk renk, biçim biçim meyveler. Urfa’dan gelen heyet için bu sadece bir pazar değil, adeta duyularla yapılan bir yolculuktu. Hayatımızda ilk defa gördüğümüz meyveler, dışı kırmızı dikenli, içi pamuk gibi yumuşak. Bazı meyveler ise sanki Allah’ın sadece tropik topraklara armağan ettiği bir lezzetti. Bir esnaf, ısrarla bize “try, try!” diyerek durian uzattı. Kokusu sertti ama içi krema gibi. Tadı hakkında kararsız kaldık ama yüzlerdeki ifade belliydi: Bu, bilmediğimiz bir dünyanın davetiyesiydi.

Kamboçya’nın İlk Çiğ Köftesi: Tavana Yapışırsa Tamamdır

Akşam okulun bahçesinde küçük bir gösteri vardı.
Misafirler için özel bir lezzet hazırlandı: Urfa usulü çiğ köfte.
Yoğurma işi biraz heyecanlı, biraz da acemiceydi.
Biraz fazla su, biraz da fazla enerji katılmış olacak ki…
İlk yoğrulan köfte bir an havalanıp doğruca okulun tavanına fırladı — ve yapıştı!
Bir sessizlik oldu önce. Ardından Urfa’dan gelenlerden biri gülerek dedi ki:
“Tamamdır! Urfa’da da böyledir; çiğ köfte kıvamındaysa tavana fırlatılır. Yapışıyorsa olmuş demektir!”
Ortamın neşesi geldi. Öğretmenler birbirine baktı, gözlerinde bir tebessümle.
O an anladık ki: Bir kültür bazen bir baharatla, bazen bir jestle, bazen de tavanla tanışan bir köfteyle taşınır başka diyarlara.

Değirmenin Suyu Nereden Geliyor?

Bu sorunun cevabı hazır bende: Anadolu’nun fedakâr, civanmert insanlarından. Kimse onlara “git” demedi. Kimse “yap” demedi. Ama bir davet vardı, yüksek perdeden değil, kalbin derinliklerinde duyulan bir ses. Ve onlar inandılar. Ve çıktılar yola. Sadece okul kurmadılar. Barış adacıkları inşa ettiler. Türkçenin bir dünya dili olabileceğine inandılar.

Ve Devamı Var…
Bu dört gün, sadece bir ziyaret değildi. Bir tohumdu. Ve biliyoruz ki: İhlâsla, toprağın bağrına atılan hiçbir tohum zayi olmaz. Olmadı da. Bu okulun nasıl büyüdüğünü, nasıl filizlendiğini,
kimlerin nasıl yeni dallar verdiğini birlikte göreceğiz.

Sonraki bölümlerde…

Son Söz: Gönül Coğrafyasının Kahramanları

O gün o okulda bir kez daha anladım: Türkiye’nin asıl gücü, reklamlarda değil. Bu ruhla yaşayan insanlarda… Kimse görmese de çalışan öğretmenlerde, Aşkla yemek pişiren annelerde, Hiç tanımadığı ülkeye gönül koyan iş adamlarında, Ve tek başına gittiği topraklarda okul açan müdürlerde…

Her biri birer abide şahsiyet. Her biri, Türkiye’nin kalbinin sesi. .

Not: Bu Sadece Bir Başlangıç

Bu yazı, Phnom Penh’e yaptığım ilk seyahatin izlerini taşıyor. Ama Kamboçya’ya bir kez gitmek yetmez. Bazı ülkeler, ilk nefeste değil; yıllar sonra yeniden solunduğunda anlaşılır. Bazı hikâyeler,
hiç bitmemek üzere yazılır.

About the author

Avatar photo
Hasan Tarık Şen

Add Comment

Personel Website – Studies, Professional Insights, and Critical Reflections

About Me

htsen
Hasan T. Şen is an independent legal practitioner and legal scholar with academic credentials spanning Turkey, Azerbaijan, and Australia. He holds a Bachelor’s in Law from Istanbul University, a Master’s in Law from Kafkas University in Azerbaijan, and a second Master’s in International Relations from Macquarie University, completed in English. His expertise lies in legal consulting, education leadership, and international cooperation.