“Bula!” demişti pasaport kontrolündeki görevli kadın. Gülümseyerek. Yıl 2018’di. Hayatımda ilk ve şimdilik tek kez gittiğim Fiji’de, daha ilk dakikada zamanın başka aktığını hissetmiştim. O tek kelime bile yetmişti: “Bula”. Bir selamdan çok daha fazlasıydı sanki. İçinde sıcaklık, kabulleniş ve yavaşlık vardı.
O yolculuk, Avustralya’dan sadece dört saat sürmüştü ama ruhum sanki bambaşka bir kıtaya inmişti. Uçakta pencereden dışarı bakarken, Pasifik Okyanusu’nun üstünde süzülen beyaz bulutlar eşliğinde, içimde tanımlayamadığım bir huzur vardı. Uçuş boyunca her şey dingindi — kahve kokusu, hosteslerin yumuşak sesi, hafifçe sarsılan kabin… Ama asıl dinginlik, ayak bastığımda başladı.

Fiji’nin havası, nemli ama ferah. İnsanlarıysa sakin ama dikkatli. Nehir gibi bir ritmi var burada zamanın; bir acele yok, bir tedirginlik yok. Herkes bir yere gidiyor ama sanki hiçbir yere yetişmek zorunda değil. Bu hissi bir gün değil, saatler içinde anlamıştım.
Elbette yalnızca birkaç gün kalmıştım Fiji’de. Turisttim sonuçta. Gördüğüm şeyler sınırlıydı. Ama o birkaç günde bile bir şey netleşmişti: burada hayat, başka bir düzlemde yaşanıyor. Sokak köşelerinde çocukların çıplak ayakla top oynaması, yaşlıların gölgede sessizce oturması, pazar tezgâhlarında meyvelerin rengine gösterilen özen… Zamanın değeri, belki de bu detaylarda gizliydi.
O günden sonra, ne zaman Fiji’yle ilgili bir haber okusam ya da bir video izlesem, içimde bir sızıyla karışık merak beliriyor. Özlem değil belki, ama ait olamadığın bir dinginliğe kısa süreliğine dokunmuş olmanın o garip hatırası. Gittiğim yerlerde fazla fotoğraf çekmem ama Fiji’de çektiğim birkaç kare hâlâ bilgisayarımda masaüstü arka planı. Çünkü orada gördüğüm şeyler, sadece manzara değil, bir ritimdi.
Pandemi Öncesi Sessizlik, Pandemi Sırasında Duraksama

2018’de kısa bir süreliğine misafiri olduğum Fiji, hatırladığım en sakin yerlerden biriydi. Ama bu sakinlik bir boşluk değil, dolu dolu bir dinginlikti. İnsanlar az konuşuyordu ama birbirlerini anlamak için çok kelimeye ihtiyaçları yok gibiydi. Hayatın ritmi, doğanın ritmiyle neredeyse kusursuz bir uyum içindeydi.
Sonra dünya değişti.
2020 geldi. Pandemiyle birlikte neredeyse tüm gezegen, Fiji gibi yavaşladı. Ama Fiji’nin yavaşlığı doğaldı; bizimkisi dayatma. Fiji’de sessizlik bir yaşam biçimiydi, COVID günlerinde ise tüm dünyada zorunlu bir kapanmaydı.
Fiji’yle ilgili haberleri takip ederken şaşkınlıkla gördüm: bu küçük ada ülkesi, dünya ile bağlarını koparmak zorunda kaldı. Havalimanları kapandı, kruvaziyerler iptal edildi, pazarlar sessizleşti. O eski “Bula!” seslerinin yerini, ekonomik belirsizliklerin gölgesinde kalan endişeler almıştı.
Ama ilginç olan şuydu: Fiji bu zor süreci, diğer birçok ülkeden daha dirençli atlattı. Zaten hiçbir zaman aşırı hızlı değildi. Pandemiyle gelen duraksama, Fiji’nin doğasına o kadar ters düşmedi. Hayat orada hep ağır akıyordu. O yüzden belki de toparlanmaları daha doğal oldu.
Ama içimde bir soru büyüyordu: Acaba bu “canlanma”, eski dinginliği gölgeler mi? Yoksa Fiji, yeniden doğarken bile sadeliğini koruyabilir mi?
Avustralya’ya Göç: Gençlerin Hayalleri, Ailelerin Kayıpları
Fiji’de geçirdiğim birkaç gün boyunca en çok dikkatimi çeken şeylerden biri, gençlerin yüzündeki belirsizlikti. Gözlerinde, güneşle karışık bir umut vardı ama aynı zamanda uzaklara bakan bir boşluk da.Fiji uzun süredir Avustralya’ya göç veren ülkelerden biri. Ama bu yalnızca daha iyi bir yaşam arayışı değil; aynı zamanda kalıcı bir kopuşun da hikâyesi. 1987 ve 2000’deki askerî darbelerle başlayan beyin göçü, artık ekonomik gerçeklikle iç içe geçmiş durumda.
Göç edenler çoğunlukla Hint kökenli Fijililer. Koloniyel geçmişin bıraktığı karmaşık toplumsal yapı hâlâ etkisini sürdürüyor. Avustralya’daki Fijili topluluklar genişlemiş ama adada kalanlar için bu bir eksilme hissi yaratıyor. Kimileri için Avustralya bir umut, kimileri içinse geride kalanların boşluğunu büyüten bir hayal.
Kıyıda Yürümek: Suyun Altındaki Gerçek

Nadi’de kaldığım sürede, sabahları okyanus kıyısında yürüyüşe çıkardım. Deniz sabah bile sıcaktı. Islak kumun altında çıplak ayaklarım, uzaklardan gelen dalga sesi, bir balıkçının gökyüzüne attığı ağ… Hepsi bir dinginliğe çağırıyordu insanı.
Ama birkaç adım ötede bambaşka bir gerçek vardı. Lüks otellerin bittiği yerde başlayan ara sokaklar, ikinci el eşyalarla dolu pazarlar, çatlamış duvarlar, yorgun yüzler… Fiji’nin asıl çelişkisi burada görünüyordu: görkemli bir doğa içinde kırılgan bir yaşam.
Beni en çok etkileyen, bu yoksulluğun gürültüsüz oluşuydu. Kimse bağırmıyordu. Kimse şikâyet etmiyordu. Sadece susuyorlardı. Sanki kabullenilmiş bir bekleyişti bu; belki de en derin sabır türü.
Suva Pazarı ve Müslümanlar: Sessiz Bir Varlık

Bir sabah Suva Pazarı’na uğradım. Rengârenk meyveler, tropik balıklar, el işi takılar arasında bir tezgâh dikkatimi çekti. Başörtülü bir kadın, yerel kumaşlardan yapılmış hediyelikler satıyordu. Yanına yaklaştım, selamlaştık. Müslüman olduğunu söyledi. “Biz azız burada ama kökümüz derin,” dedi alçak bir sesle.
Fiji’de Müslümanlar sessiz ama sağlam bir varlık. Küçük camiler, küçük topluluklar ama büyük bir aidiyet hissi. Diğer etnik ve dini gruplarla yan yana, huzurlu bir ortaklık içinde yaşıyorlar. Sessizler, gösterişsizler ama oradalar. Bu varlık biçimi, adanın genel ruhuyla neredeyse birebir örtüşüyor.

Pahalı Bir Yoksulluk: Gerçek Fiji’yi Kim Görüyor?

Turizm gelirleri yükselmiş olabilir, ama marketteki fiyatlar yerel halk için hâlâ korkutucu. Fiji’nin ithalata bağımlılığı, temel ihtiyaçları bile lüks hâline getiriyor. Otellerdeki refahın hemen arkasında su kesintileri, bozuk yollar ve işsiz gençler var.
Bu çelişki, Fiji’nin yalnızca bir tatil kartpostalı olmadığını; aynı zamanda sessiz bir mücadele alanı olduğunu hatırlatıyor.
Zamanın Çizgisi: Dalgalarla Yaşamak
Fiji, Uluslararası Tarih Değiştirme Çizgisi’nin hemen batısında. Bazı adalarında gün başlarken, birkaç kilometre ötede hâlâ “dün” yaşanıyor. Bu gerçek, zamanın akışına dair bildiğimiz her şeyi sorgulatıyor.
Oradayken “Fiji Time” denilen o kavrama tanıklık ettim. Her şey geç olabilir ama hiçbir şey gecikmiş sayılmıyor. Bu zaman felsefesi, aceleyle değil dikkatle yaşamaya davet ediyor. Sadece saatleri değil, anı da unutuyor insan burada. Ve belki de bu yüzden zaman Fiji’de biraz daha insani.
İklim Krizi

2024’te okuduğum bir NASA raporu, Fiji’nin geleceğiyle ilgili içimi burktu: Denizin seviyesi geri dönüşsüz şekilde yükseliyor. Bazı adalar tahliye edilmiş, kıyılar sulara teslim.
O sabah yürüdüğüm sahillerin birkaç yıl içinde yok olabileceği düşüncesi ürkütücüydü. Fiji, güzelliğin ortasında bir felaketle yaşıyor. Ve bu felaket, onların değil; bizim uygarlığımızın sonucu.
Suva’dan Ayrılırken: Vedadan Fazlası
Dönüş yolculuğumu Suva’dan yaptım. Uçağa binmeden önce son kez denize baktım. Dalgaların sesi, bir ezanla karıştı uzaktan. O an anladım: Fiji sadece bir yer değil. Bir ritim. Bir düşünce biçimi. Bir zaman önerisi.
“Bula” yalnızca bir selam değil. Hayata, insana ve doğaya başka türlü bakabilmenin sessiz bir çağrısı.
Fiji gibi ağır manalarla sarmalanmiş olabildiğine doğal akan yine yeni yeniden keyifli bir yazı. Teşekkürler ve emeğinize, kaleminize sağlık.
Teşekkür ederim.