Kurumsallaşan Zulüm: Türkiye’de Hukuk ve Ekonomi İlişkisinin Sistematik Sorunları
Bugün Türkiye’de yaşanan baskı rejimini sadece siyasi veya ideolojik tercihlerle açıklamak yetersiz kalır. Yaşananlar, belirli bir grubun hedef alınmasından çok öte; yeni bir düzenin kurulmasına giden yolda uygulanan planlı ve sistematik bir çökertme stratejisidir.
Hukukla Değil; Hukuksuzlukla Kurulan Bir Sistem
Artık herkesin kabul ettiği bir gerçek var; Türkiye’deki zulüm, iç hukukla çözülebilecek bir mesele olmaktan çıkmıştır. AİHM kararları, BM raporları ve uluslararası hukuk kuruluşlarının raporları açıkça gösteriyor ki, yaşananlar münferit adaletsizlikler değil; bir bütün olarak sistemin çökmesidir.
Birleşmiş Milletler Keyfi Gözaltı Çalışma Grubu’nun 2022 tarihli raporu; Gülen Hareketi mensuplarının yargı süreçlerinde temel insan haklarının ihlal edildiğini, gözaltıların hukuksuz olduğunu ortaya koymuştur. AİHM’in 2023’te verdiği Yüksel Yalçınkaya kararı ise, ByLock kullanımı, Bank Asya hesabı ve dernek üyeliği gibi unsurların suç unsuru sayılamayacağını net biçimde ifade etmiştir.
Hukuken bu kararlar, Türkiye’de bu temelde açılmış tüm dosyaların düşmesi gerektiğini göstermektedir. Fakat bu kararlar uygulanmadığı gibi, yargı mensupları da adeta siyasi iktidarın emrine girmiştir.
Bu Yargılamalar “Birkaç Hata”dan İbaret Değil
Yaşananlar ne “hukuk hatası” ne de “yargının bazı yerlerinde görülen aşırılıklar” olarak açıklanabilir. Karşımızda, hem ekonomik hem siyasi hem de bürokratik boyutları olan derinlemesine bir mekanizma var. Bu mekanizma, belirli grupları tasfiye ederken, aynı zamanda onların mal varlıklarını da el koyarak servet transferi gerçekleştiren bir yapıya dönüşmüş durumda.
Yalnızca örgüt üyeliği iddiasıyla değil; “örgüt mensubuna kira vermek”, “aynı dernekte yönetici olmak”, “çocuğunu belirli okula yazdırmak” gibi gerekçelerle binlerce insanın malına mülküne çöküldü.
İş adamlarının şirketlerine TMSF aracılığıyla el kondu, eğitim kurumları Maarif Vakfı’na devredildi, medya organları kapatıldı ve bu yapıdan beslenen yeni bir sermaye ve propaganda düzeni oluşturuldu.
Kleptokrasiye Giden Yol
Bugün Türkiye’de yaşanan sistem, klasik anlamda bir otoriterlikten çok daha derin. Bu düzen, kaynakların sistematik olarak belirli bir çevreye aktarılmasıyla ayakta duruyor. Yani bir tür kleptokratik yapı oluşmuş durumda.
İstikbal, Dumankaya, Boydaklar, Nakıboğlu gibi Türkiye’nin önde gelen sanayi kuruluşlarının birçoğuna el kondu. Bu şirketler çökertilmedi; içleri boşaltılarak sisteme yamanmaya çalışıldı. Kayyımlar eliyle yapılan bu operasyonlar sadece ekonomik değil, aynı zamanda ideolojik bir yeniden dizayn projesinin parçasıydı.
Yakın zamanda bir iş adamı dostumdan, Türkiye’deki mal varlıklarının çözülmesi için 30 milyon dolar rüşvet istendiğini duydum. Rakam büyüdükçe iş, yukarılara kadar uzanıyor. Bu bilgi sadece bir dedikodudan ibaret değil; sistemin nasıl çalıştığını gösteren çarpıcı bir örnek.
Leviathan: Yedikçe Büyüyen Canavar
Bu düzende işler artık sadece adaletsizlikle değil; bir tür beslenme zinciriyle yürüyor. Rüşvet alındıkça iştah artıyor; sustukça cesaret büyüyor. Adeta yedikçe büyüyen bir canavar gibi… Kimi zaman bir iş adamının serveti, kimi zaman bir hâkimin kararı, kimi zaman bir medya mensubunun diliyle besleniyor. Ve doydukça durmuyor – daha fazlasını istiyor.
Bu sistem, klasik anlamda bir mafya ağı değil. Thomas Hobbes’un Leviathan benzetmesiyle, toplumun güvenliği adına yaratılan devletin; kontrolsüz kaldığında bireyleri ezen dev bir güce dönüşmesini andırıyor. Ancak bugünkü Türkiye örneğinde bu Leviathan, hukuk yoluyla değil; hukuksuzlukla besleniyor. Gücünü meşruiyetten değil, korkudan alıyor. Ve korktukça daha da büyüyor.
Fesih Diyenler Yanılıyor: Bu Yapı, Cemaate Rağmen Kurulmadı
Bugünlerde bazıları “Cemaat kendini feshetsin” diyerek meseleyi kolaylaştırmak istiyor. Ancak bu söylem, büyük bir gerçeği gözden kaçırıyor: Zulüm, Cemaat olduğu için değil; Cemaat tasfiye edilerek bu düzen kurulmak istendiği için başladı. Yani sonuç bir tesadüf değil, doğrudan bu planın parçasıydı.
Cemaatin ortadan kalkması, bu sistemin yıkılacağı anlamına gelmez. Aksine; böyle bir sistem kurmak isteyenler için Cemaat, yalnızca ilk engeldi. Asıl amaç, bağımsız medya, eğitim, sermaye ve sivil toplumu kontrol altına almaktı. Bu hedefe ulaşmak için gereken düşman, hazırdı.
Sonuç: Hafıza, Mücadele ve Dayanışma
Tüm bu yaşananlar karşısında yapılması gereken tek şey umutsuzluk değil; hafızayı diri tutmak, belgelemek ve mücadele etmektir. Uluslararası hukuk mekanizmaları harekete geçirilmeli, zulmün her adımı kayda geçirilmelidir.
Bu yazı, tarihe bir not olarak düşülmelidir: Bu zulüm, yalnızca birkaç savcının veya hâkimin hatası değil; sistematik bir çökertmenin ürünüdür. Ve sistemin kendisi artık adaleti değil, korkuyu üretmektedir.
Bu yazı aynı zamanda bir sonraki soruya da kapı aralamaktadır:
“Bu düzen, rastgele mi oluştu; yoksa baştan mı planlandı?”
Zulmün Anatomisi – 4. Bölüm bu sorunun izini sürmek için yolda…